28 Eylül 2011 Çarşamba

Torunlar,dinleyin!

Daha heyecanlisini yasayana kadar torunlarimiza anlatacagimiz hikayelerin ust siralarina koyacak cinsten bir gun gecirdik gectigimiz hafta. Dominik Cumhuriyeti'ni kucukken adindan dolayi hep cok farkli bi yer diye hayal ederdim. Cok da yanilmamisim. Yakinindayken , gec kalmis, Eylul'e sarkmis yaz tatilimizde gitmeyi dusunduk. Bu tatile dair tek amacimiz vardi,dinlenmek. Sadece uyuyacak,denize girecek ve yemek yiyecektik. Ilk gunlerde de oyle yaptik , guzel Samana'da. Sonra herhalde dinlenmisiz ki,biraz hareket aradik. Cok surmedi bulmamiz. Henuz uyanmis ve minik birer tost yemistik ki bizim bey "hazirlan hadi gidiyoruz" diyiverdi. Nolur nolmaz, belki gideriz diye bakinirken gormustum,yakinlarda bir selale vardi. Oraya gidiyormusuz! Mayolarimizi ,terliklerimizi giydik,fotograf makinemizi aldik ve resepsiyonda bulustuk tur sirketinin gonderdigi servisle. Neyse ki ingilizce bilen yetkili kisi "isterseniz birer havlu ve kapali ayakkabi alin,ata zor binersiniz" uyarisinda bulundu. Ne ? Ata zor mu bineriz? Iyi ben alayim geleyim o vakit :) Yol cok uzun degildi,15 dk.da gelmistik. Hemen siradaki atlara bindirdiler bizi. Her bir atin basinda bir de gorevliyle dustuk yola. Yol derken yanlis anlasilmasin,hemen detay vereyim. Ancak bir kisinin yuruyebilecegi kadar dar,cok irili az ufakli taslardan olusan,agaclarin otlarin arasindan giden, oldukca dik bir yokus.Ustelik surekli kivrilarak gidiyor U donuslerle.Ve henuz ilk donuse gelmistik, atlarin isimlerini henuz soylemislerdi ki tanismamiza bile firsat kalmadan ,benim uzerinde oldugum at on ayaklarini bukuverdi. Dusmek uzereydi ve ilk kez ata bindigimden olsa gerek, yanimizdaki gorevli kisinin de yolun darligindan elime bir ip tutusturup arkada kalmasiyla panikledim. Hayvanin resmen dizleri titriyordu,ayaga kalkmaya calistikca yosun tutmus taslardan kayarak daha da sendeliyordu. Tabi benim ve atin halini arkamizda izleyen sevgilimle ayni anda ve de hic dusunmeden inmek istedik. Atin yorgun oldugunu soylediklerinde,hayvana bu iskenceyi yapamayacagim konusunda zaten emindim. Yuruyecektik. Ikimiz de bunu istemistik. Arkadaslar biraz saskin kalarak bir kez daha sordular. Hayir, emindik iste!Ne sorun var ki yurumekte? Sonra cok sorduk neye guvenerek emin oldugumuzu kendimize ve birbirimize :) Yanimizda bir rehber,Pedro,17 yasinda lise ogrencisi.O attan baska kimsesi olmadigini soyleyen,hergun bir kez bu tepeleri asan,kazandigi parayla ingilizce ogrenen ve cok da guzel konusan,kibar,canayakin bir dominikli. Digerleri gibi.
Elimizde havlularimiz,birer kucuk sise suyla basladik yurumeye. Ve bu yuruyus tam 45 dakika, oglen 12-1 arasi,37-38 derece asiri nemli havada, yokus asagi ve yukari ,kimi yerde derenin uzerindeki incecik tahtadan gecmek suretiyle devam etti.
Nihayet selalenin sesini duydugumuzda nefesimiz kesilmis,bacaklarimizda derman kalmamisti. Tentenin altinda biraz soluklandik ve gelmisken gormeden donmek olmayacagi icin, 200 basamak inerek selaleye ulastik. Iste tam buraya
Suyun ne kadar derin oldugunu bilmiyorduk,ustelik biraz da soguktu.Girip girmemek arasinda kaldigimizi goren Pedro, sadece kafasindaki sapkayi cikararak atladi! Tabi arkasindan da biz. Iste o an iyi ki de gelmisiz diyebildik. Yuzduk, fotograf cektik ve donus yolunu da dusunerek bir guzel kurulanip giyindik. Biz giyinirken gok gurultusunu duymustuk ki,pesinden,saniyeler sonra saganak yagmur da geldi. Tropikal iklimin bereketi!Henuz basamaklara adim atamadan ayakkabilarimizin ici suyla dolmustu bile. O 200 basamagi nasil ciktik bilmiyorum. Ve yine sigindik ilk durakladigimiz tentenin altinda. Yagmur yagdikca siddetleniyordu resmen. Bir grup geldi atlarla ve ustlerinde yagmurluklar,kafalarinda kasklar ve ayaklarinda yagmur botlariyla! Biz de 10 kat daha agirlasmis islak havlularimizla,icinden dereler akan ayakkabilarimizla oradaydik iste! Fakat butun bu bir anda karar verip geldigimiz turda onlardan daha mutluyduk :) Tropikal bir ormanda yagmurdan da islanmayacaksak ne heyecani vardi ki hayatin?! Biraz dinlenmistik,yagmur durmayacakti ama hafiflemisti. Zaten daha da islanacak biseyimiz kalmamisti. Pedro madem islandiniz sizi kisa yoldan gotureyim dedi ve derelerin icinden yuruyerek daha kisa olan bu yolu da 25 dk.da bitirip servisimize vardik. Belki daglar,zirveler tirmanmamistik fakat spora,dogaya cok da yakin olmayan insanlar olarak, bunu basarmis olmak bizi fazlasiyla mutlu etmisti. Ustelik gordugumuz yollar,icinden gectigimiz greyfurt ve kakao agaci bahceleri,Pedro'nun bizim icin topladigi sambukalarin,feslegenlerin kokusu,o suya atlamanin heyecani unutamayacagimiz bir gun olarak bize hatira kalmisti.Daha cok spor, daha cok treking icin planlara baslamistik bile!

22 Eylül 2011 Perşembe

Dominik Cumhuriyeti'nde,

 -rengarenk evlere,
-yemyesil dogaya,
-beyaz sahillere,
-denizin mavisine,
-kakao ve kahve cekirdeklerini agac dalinda gormeye,
-ucsuz bucaksiz ormanlarina,
-kibar ve guler yuzlu insanlarina,
-ve birbirimize bir kez daha
asik olup evimize donduk!

11 Eylül 2011 Pazar

Portofino

Esim beyin egitim/kongre katilimi icin atladik Italya'ya gittik,Portofino'yu gorduk, cok sevdik!
demeyi cok isterdik evet! Yine kongre icin geldik, evet adi da Portofino Bay ancak biraz kucugu :)
Her ne kadar cakmasi da olsa, otel herhangi bir bina yapmak yerine boyle film seti gibi guzel bir minyatur Portofino yapmis.
Hosumuza gitti,icimiz acildi. En azindan meger biz Italya'ya gelmisiz diye dusununce insan biraz inanabiliyor bu duruma :)
Bir de sadece Italyan yemekleri, sadece Italyanca sarkilar var heryerde.
Bir de , yemek yerken masaya gelip gitar esliginde sarki soyleyen insanlar var.
Bunlardan italyan olan bi abinin, nereli oldugumuzu ogrenince Uskudar'a gideriken calmasi var bir de :) Sonradan Dikili'yi ve beyaz peyniri cok sevdigini de ogrendik.
Orlando'dan sevgiler :)

5 Eylül 2011 Pazartesi

Evet,bir seruvenin daha sonuna geldik! Bugun buradaki (Brookfield,WI) son gunumuz idi. Valizler hazir,saclar hazir, yollara dusmeye haziriz. Aslinda saniyorum bu ise fazlasiyla alistik biz, 3 ayin bitmesine yakin bi kipirdanma basliyor :) Buradan ayrilmadan, unutmadan not dusmem gereken bir konu var. O da toplu ulasimi ne kadar cok sevdigimi hatirlamis olmam! Evet dusununce insan tiklim tiklim otobusleri,dolmuslari sevmez ,sevemez ama bir vapur da cok keyiflidir bunun yaninda. Ben ki yillardir ehliyet alma konusunda direnmis,bir sekilde araba kullanmayi hic istememistim. Bu simdiye kadar gittigimiz ulke/sehirlerde problem de olmamisti. Ben de bu ehliyet isini gerekli gorup harekete gecmemistim.Ta ki buraya geldigimizde arabasiz gidilebilecek tek yerin bir tane market oldugunu farkedene kadar! Otomobilin ucuz,benzinin ondan da ucuz oldugu bir ulkede ne bekliyordum ki! Yine de , bir otobus,tren,metro,esek, neden olmaz?! Haksizlik etmeyeyim, burada da otobus var aslinda.Var da otobus duragina kadar da taksiye binmek gerek!Taksi bile o kadar az kullaniliyor ki, bir adet durak var ve gonderdikleri araclar da kocaman siyah A takimi arabasi :) Ve evet her ne kadar bahceli ev,sehirden uzak olma sevdalisi oldugumu sansam da anladim ki butun bunlar icin henuz cok genciz. Biraz kalabalik gormeyi bile ozledim desem yeridir. Gider gitmez kendimi new york sokaklarina atacak, bir de ehliyet basvurusu yapacagim. O zamana kadar hepinizi ay lav yu!

1 Eylül 2011 Perşembe

eylul'u karsilamak

Her ne kadar Eylul'un gelisiyle Istanbul'u daha cok ozlesem de, sonbahari dusununce aklima baska bir yer geliyor. Cennetin dunyadaki karsiligi bile diyebilirim buraya. Oyle huzurlu, oyle sakin, oyle guzel kokan! Uyanmak bile oradayken guzel. Oyle guzel bir yer ki, neresi oldugunu soylemek bile istemiyorum size :) Bu sefer lafi kisa kesip fotograflar sunuyorum.

29 Ağustos 2011 Pazartesi

Kapinin Kilidi



Yaklasik 4 aydir yasadigimiz bu yer (Brookfield,Wisconsin) ile ilgili alisamadigim tek sey guvenlik meselesi oldu sanirim.Yanlislik olmasin olmasi gereken buradaki ve alisamayarak anormal olan da benim! Sadece Turkiye degil, yasadigimiz diger ulkelerde de burasi kadar guvenli bir hayat surmemistik sanirim. Eve girdikten sonra kapiyi kitlemekten, arabayi park ettiginizde camlarin kapali ,kapilarin kilitli oldugundan emin olmaktan, ve hatta el cantanizin fermuarlarinin kapali olup olmadigini kontrol etmekten bahsediyorum.
Buraya ilk geldigimizde , bizden onceki 3 ayda da burada yasamis arkadasimiz , bolgenin ne kadar guvenli oldugunu anlatmisti ama insan inanmak istemiyor tabi, yadirgadik biz de olmasi gereken bu durumu! Oturdugumuz apartman etrafi duvarlarla orulu olmayan bir sitenin 4 katli apartmanlarindan biri. Bildigimiz apartman iste, girisindeki kapiyi anahtariniz var ise acabiliyorsunuz. Evinizin kapisini ise gunlerce kitlemeseniz iciniz rahat uyursunuz. Biz uyuyamadik o ayri :)
Biz bilgisayarlarimizi,degerli esyalarimizi bagaja bile koymaya cekinirken, marketin onundeki otoparkta hava cok sicak oldugundan butun camlari acik birakilmis araclar gorebiliyoruz. Oyle kulustur de degil hani,baya pahali arabalar.
Sonucta burasi icki icip araba kullandigi icin polise yakalanan genclerin, agacta kalmis kedilerin ana haber bultenlerine konu oldugu, gercek dunyadan biraz uzak bir bolge! Bize de ne kadar guvensiz yasamaya alistigimizi hatirlatti son 4 ayda.

Acaba ne zamandan beri kilit kullanmaya, kilit ustune kilit vurmaya ,cantamizi kucaklayarak gezmeye baslamistik? Var mi hatirlayan?

4 Ağustos 2011 Perşembe

Orda bir kitlik var uzakta!



Uzun suredir buraya artik yeni meslegimle,yemekle ilgili de birseyler yazmak istiyorum. Denedigim,ogrendigim guzel tarifleri arkadaslarimla da paylasayim diyorum. Fakat bu aralar icimden gelmiyor. Cunku dunyanin bir kismi nasil daha guzelini yiyebileceginin,yedigi cok guzel yemekler yuzunden aldigi kilolari nasil verebileceginin derdindeyken,"cagimizin hastaligi obezite" iken , bir yerlerde onbinlerce cocuk yetersiz beslenme yuzunden can veriyor. Cozumsuz bir hastalik yuzunden degil, yetersiz beslenmeden.
Biliyorum dunya hicbir zaman adil olmadi. Ve yine biliyorum ki bu sadece bugunun isi degil. Ve yine, sunu da biliyorum ki cocuklar oluyor! Gormek, duymak istemesek de oluyorlar.
Birkac sms ile, ilgili kurumlara yapilan bagislar disinda elimizden birsey gelir mi bilmiyorum.
Sizin elinizden birsey geliyor mu , onu da bilmiyorum.
Bu durumun gereginden fazla sure cozumsuz kaldigindan midir, "ha evet Somali, cok fena" diyip saniyesinde unutuyoruz.Son 60 yilin en buyuk kitligi yasanirken ,bizim gundemimiz hep baska!
Bu yazinin sonunda maalesef hadi simdi sunu yapiyoruz da diyemiyorum. Muhtemelen bu yazi hicbir sey degistirmeyecek de.
Tek amacim, en azindan arkadaslarima bu insanlari bir kez daha hatirlatmak.
Belki birinizin bildigi birseyler vardir?
Ya da hep beraber dunyanin adil bir yer olmadigini bir kez daha hatirlamis oluruz.

17 Temmuz 2011 Pazar

Canimiz cekti , manti yaptik :)

Evimizi sirtimizda gezdirirken yanimiza aldigimiz esyalarda oldukca secici davranmamiz gerekiyor dogal olarak. Ve aslinda mutfakta kullanmak uzere neler neler almak isterken yanima,simdilik sadece 2 kisilik bakir cezve ve turk kahvesi tasiyoruz.
Zaman zaman da aklimiza hic olmadik yiyecekler geliyor, olsa da yesek diye. Kagit helvadan, simite, can erikten, Dost pidenin kusbasili/kasarlisina kadar. Neyse ki evimizin ascisi olarak bizzat kendim, malzemesini bulabildiklerimi evde yapiyorum, oyle avunuyoruz. (kagit helvayi nasil yapayim ama yeaa?!) Tabi evde bunlari yapabiliyor olmamda cok muthis becerikli olmamin yani sira, bircok markette satilan yunan(!) yiyeceklerinin de payi buyuk. En azindan bu sayede beyaz peynir, yogurt vs. bulabiliyoruz.
Market demisken , biz market alisverislerine lunaparka giden cocuklar gibi sen gidiyoruz. Yemek yapmayi ve yemeyi bu kadar seviyor olmamizi cok seviyorum! Dun yine boyle bir haftalik alisveris sirasinda, sevgili beyim S. "aksama manti yapalim mi?" dedi.
Her ne kadar kendisini , ben sana sonra pide yaparim, pizza yapsak mi, peynirli pogaca yapayim? seklinde kandirmaya calissam da , kararliydi. Aksama manti yenecekti!
Alisveris yapildi, eve gelindi. Ve aksam olmak uzereyken mutfaga gecildi. Daha once memleketten uzakta bircok defa manti yaptigim icin kendisinin hic suphesi yoktu yapilabilecegi konusunda. Fakat ben, anneannemin bana gonderdigi oklavayi Ingiltere'de biraktigimiz mutfak esyalarinin yaninda koliye koymustum. Ustelik bu sefer evde merdane bile yoktu. (idealim ise mantiyi makarna makinesinde acmakti, nerdeen nereye!)
Mutfaktaki esyalar soyle bir gozden gecirildikten sonra, iste bu balsamic sirke sisesi uygun goruldu.

Ve evet bir guzel actim hamuru, sevgilim de kiymalari koyup kapatti. Itiraf ediyorum, oklavayla actigim gibi olmadi , zaten bizim de gozumuz gormedi o kadarini.
Yuzlerimizde mantinin yarattigi gulumsemeyle bitirdik aksam yemegimizi.
Elimize saglik :)

Ev nedir?



Ev nedir, neye denir?
Birkac gun once kendi adimiza yerlesik duzene bir son vermis bulunuyoruz :)
Bir sene once tuttugumuz evden ,tam da girdigimiz tarihten 365 gun sonra tasindik. Tasindik derken, bir yerden bir baska yere degil de, bir yerden hicbir yere seklinde oldu bu! Ufak bir depoda duran birkac esya haricinde birsey birakmadik Ingiltere'de. Bundan sonra ultra-ozgur bir sekilde, 1er valiz/1er el bagaji ile yolumuza devam ediyoruz, kaplumbaga misali.
Her ne kadar gecici de olsa 4 ay kaldigimiz evlere bile ne kadar yerlesebildigimizi gordukce, bir evde uzun yillar gecirme fikri korkunc gelmeye basliyor. Cunku insan, cok kisa bir surede esyalarini oraya buraya doldurarak o eve yerlesiyor. Bir yeri ev yapan belki de budur, kim bilir?
Koltuklarin yerini mi degistirsek demeye kalmadan tasiniyoruz simdilik, bakalim bu yeni yasam sekliyle neler ogrenicez :)

6 Temmuz 2011 Çarşamba

Ruzgarli sehir Chicago!



Bu hafta 4 Temmuz'un pazartesiye gelmesi vesilesiyle haftasonuyla birlestirilmis 4 gunluk bir bayram tatilimiz vardi :) Haftanin sonuyla,basiyla birlestirilip uzatilan tatillere aliskin bir neslin evlatlari olarak bu duruma cok sevindik tabi!
Bu durumu ve de sonunda yaz aylarinda oldugumuzu hissettiren sicak havayi da firsat bilip 2 gun Chicago'yu gezdik. Oldugumuz yere arabayla 1bucuk saatten biraz fazla suruyor olmasi gunubirlik ziyaretler icin de kolaylik sagladi.

Ilk gun , uzun suredir Turk yemegi yememis , kebaba hasret kalmis oldugumuzdan buldugumuz ilk Turk restaurantina (Cafe Orchid) attik kendimizi. Tabii ayran ve turk kahvesinin kalmamis olmasi, rakinin menude bile yer almamasi biraz hayal kirikligi yaratsa da ,neredeyse Turkiye'de yediklerimizin cogundan guzel olan adanalar geldiginde herseyi unutmustuk :)



Chicago ile ilgili ilk dikkatimizi ceken de trafik oldu aslinda. Sehrin girisinde tikanmis olan trafik , sehir icinde de bircok yerde yogundu. Sehrin gobeginde oldukca genis bir alan kaplayan parkin altini da komple otopark (millenium parking garage) yapmis olmalarini takdirle karsilayip arabadan hemen orada kurtulduk. Sehir ici ulasim rahat oldugundan (metro,bisiklet vs.) gezmek icin gelip de trafigi cekmek istemeyenler icin oldukca pratik bir cozum bu. Otopark fiyatlari ise Istanbul ayarinda.

Otoparktan cikista ilk gordugumuz Millenium Park oldu. Sehrin ortasinda , genis yesillik bir alan. Ve icinde oldukca buyuk sahneler var. (Zaten bircok konser, festival de burada gerceklesiyor.) Parkin acilisi 2004te yapilmis, dolayisiyla oldukca yeni ve de bakimli gorunuyor. Icinde bircok ilgi ceken alan var ,fakat sanirim en buyuk ilgiyi "The Bean" nam-i diger fasulye topluyor. :) Fasulye seklinde, sivi civadan esinlenerek paslanmaz celikten yapilmis bu heykel, sekli itibariyle parki, gokdelenleri ve gokyuzunu cok guzel yansitiyor. Insanlarin gelip bir de kendilerine buradan bakmalari, fotograf cektirmeleri klasik bir turistik faaliyet bile sayilabilir. Tam da boyle :)





Chicago'nun en sevdigimiz yani ise deniz denebilecek kadar buyuk,baktiginizda ucu bucagi gorunmeyen gole kiyisi olmasi, hem gokdelenleriyle, gorsel olarak cok modern bir sehir gorunumu cizmesi, hem o kadar beton ve demir yigininin arasinda bolca yesillik olmasi, ustune ustluk bi de bunlarin ortasindan nehir gecmesi!
Chicago ismini yabani sogan anlamina gelen "shikaakwa" dan almis. 1871'de cok buyuk bir yanginla sehrin 3te 1i yanmis ve bu yangin sonrasinda sehri bastan insa etmek durumunda kalmislar. Boylece ilk gokdeleni de 1885'te insa etmisler. Biz de nehirdeki bir tekne turuna katilarak butun bu guzelliklerin hepsini bir arada gorduk, iyice sevdik bu sehri. Bircok gokdelenin bir ozelligi,bir hikayesi var. Ayrica golde biraz acilip sehre uzaktan bakmak da oldukca guzel. Bir kez daha anliyoruz ki, bir sehrin suya kiyisi olmasi o sehri yasanabilir bir yer haline getiriyor. Aksi halde o kadar cok bina varken, sehrin yine de ferah olmasi mumkun olmazdi.





Ikinci gidisimizde bu sefer ilk hedef Chicago Museum of Science and Industry (Bilim ve Sanayi Muzesi) oldu. Muze mutlaka gorulmeye deger. Ozellikle bilim kismi oldukca zengin. Bir de kacirdigima cok uzulmus oldugum "Body of Worlds" sergisi gittigimizde oradaydi ki, ayrica mutlu etti. Gercekten kacirdigima uzuldugum kadar varmis. Bu sergiyi ayrica bir yazi ile kacak cektigim fotograflariyla sonraya birakiyorum.

Son olarak sehirde belki de en turistik yer olan Navy Pier'e gittik. Eger yolunuz duser de vaktiniz olursa , donme dolaba mutlaka binilmeli. Kendisi bildigimiz donme dolap ancak Chicago'yu bir de bu acidan gormek cok guzel. Biz gittigimizde gunduz idi fakat gunbatiminda cok daha guzel olabilir.



Sehrin boylesine buyuk bir gole kiyisi olunca, oldukca sicak olan yaz aylarinda insanlara denizi aratmayacak bir sahil yapmayi da ihmal etmemisler tabii. Biz de giydik mayolarimizi yuruduk sahile dogru. Tarihin 4 Temmuz olmasinin da etkisiyle , parklardaki mangal/atletli ve yayilmis uyuyan babalar konsepti dikkatimizden kacmadi. Sahil de bir o kadar kalabalikti. Fakat o kadar sicakti ki biz kendimizi suya atmaktan alikoyamadik. Ta ki suyun dondurucu soguguyla karsilasip geri kacana dek! Evet , gol olmasi sebebiyle oldukca soguktu, biz de zaten cok kalabalik diyerek sehrin guzel caddelerine geri donduk :) Yine de su,kum,agaclar,gokdelenler,gokyuzu seklinde ilerleyen bir sehir gormek keyif vericiydi.

Buranin yemeklerini kesfettikce yine not duserim, ama keyifli olan bir sey de nehire kiyisi olan cafe/barlarda aksamustu soguk bir bira yudumlamak, soylemeden gecmeyelim.



Henuz gezip gormedigimiz cok yerler olsa da, biz bu sehri pek bi sevdik. Bakalim Eylul'de buralardan ayrilirken de boyle diyecek miyiz :)

10 Haziran 2011 Cuma

Ata Sporu Baseball!



Buralarda 2 gun once 40 dereceleri gorup ,beynimizi kaynatan sicakla karsilasinca yaz oldugu icin sevinmistim.Fakat bir gecede firtina geldi ve o 40li dereceler 10 dereceye dusuverdi. Biz yine sicaga hasret kaldik. Yapacak da cok fazla alternatifin olmadigi bir sehir oldugu icin, mac izlemek, hem de kanli canli sahada izlemek heyecanlandirdi bizi. Mac Milwaukee'de Miller Park'ta, NY Mets ile Milwaukee Brewers arasinda olacakti.
Daha once sadece filmlerde cocuklarin oynayip hirs yaptigi sahneler disinda hic baseball maci izlememistim. Ne yalan soyleyeyim hic de ilgimi cekmemisti. Dun aksam , kazaklarimizi (!) giyip ciktik yola. Ve aliskin olmadigimiz seyler yasadik :)
Stadin tabii ki kocaman bir otoparki vardi (arazi bol olunca sere serpe yasiyor insanoglu) ve otoparkin girisinde bir gorevli bir bilet vererek tam olarak park etmemiz gereken noktayi gosterdi. Oyle cikisa yakin koyalim, yok kapiya yakin olsun gibi seceneklerimiz yok,icerde de bir gorevli gel buraya parket sirayi bozma seklinde uyariyor zaten. Stada dogru giderken otoparkta irili ufakli gruplar halinde insanlar gorduk. Meger bu da rituelin bir parcasiymis. Adina da tailgating diyorlarmis. Insanlar araclarinin arkasinda, cogu zaman bagaj acilmis ve oraya ufaktan bir bar kurulmus sekilde mac oncesi birseyler yiyip iciyorlar.O kadar ki, bagajin arkasina monte edilmek uzere cesitli duzenekler satiliyor webde.


Biz bu duruma hazirliksiz yakalandigimiz icin direk stada yoneldik. Ekmek arasi yiyeceklerimizi ve biralarimizi alip koltuklarimiza dogru yuruduk. (Bu arada stadda yuruyen merdiven mi olur yaa diye de bir tepki verdigimizi es gecmemek gerek, ama evet vardi)

Normalde ustu acilabilen stad hava kosullari nedeniyle kapaliydi. 45bin kapasiteli stadda dun acikladiklarina gore 36bin kusur seyirci vardi. Yiyecegini ve birasini alanlar yerlesmeye baslamislardi ki oyunculari gorduk. Sahaya cikislari sonuk de olsa alkis aldi. Sonra biz arkadaslarimizdan oyunun kurallari hakkinda bilgi aliyorduk ki, oyun baslamis. Evet Alen'in uclusune asina bir neslin herhangi bir macin boylesine sessiz sedasiz baslamasina alismasi kolay olmayacakti belli ki!
Kurallari da pek kompleks olmayan oyunun ilk yarim saati yine de guzeldi. Kim nereye kostu, niye gitti, kac sayi oldu vs. derken gecti. Arada isabetsiz bir vurus topu tam da bizim oturdugumuz yere, bir arka siramiza gonderdi fakat kapanin elinde kaldigindan yetisemedik.
Sonra baktik ki bu oyun boyle suruuup gidiyor. Ve iste en can alici yorumumuz su oldu ; "Pantolonla oynanan mac mi olur zaten yeaa!". Oylesine sakin , oylesine duragan bir macti ki yarisina geldiginde etrafimizla sohbet eder, arada da maca bakar hale gelmistik. Zaten tam da bu yuzden her molada insanlari ayik tutacak bin turlu maymunluk bulmuslar. Surekli birilerini dev ekranda gostermeler ve onlarin sasirip el sallamasi , sosis kostumleri giymis maskotlara yaptirilan kosu yarislari , Harley Davidson gecisi (sonucta vatani tam da burasi, ama bir de araba gecti ona anlam veremedim) , minik minik havaifisekler (evet kapali stadda) , kac seyirci var, x isimli oyuncu sizce asagidaki muzik gruplarindan hangisinin konserine gitmek ister gibi anketler, gelenler arasinda dogumgunu,evlilik yildonumu olan seyircilerin dev ekrandan tebrik edilmesi , hediyeler, komiklikler sakalar.
Sonlara dogru ,yenilmekte olan Milwaukee Brewers taraftarlari, halen umutlari oldugunu, takimlarinin yaninda olduklarini gostermek icin tam 3 kere (!) "Let's Go Brewers!!" diye bagirdilar. Ve sanirim macin en atesli ani da oydu!
Bir de oyun sirasinda plankingci bir genc sahaya inip guvenlik gorevlilerinin enselenmesiyle disariya atilmasi oldukca alkis topladi.
Hasili, biz , hele ki stada gidip futbol maci izlemeyi cok ozlemisken, oldukca bunaldik :) Yine de anavataninda bir baseball maci izlemis olmaktan dolayi mutlu donduk evimize.
Darisi NBA maclarina :)





6 Haziran 2011 Pazartesi

Tasindik vol. bilmem kac :)




Evet , yine , yeniden :)
Yeni adresimiz Brookfield, Wisconsin. Henuz 1 hafta olmadi, kesif turlarindayiz. Eylule kadar da evimiz burasi.
Farkettik ki tasinma konusunda da profesyonellesmeye dogru gidiyoruz. Su anki evimize valizlerle girdikten sonra , herseyi yerlestirip salonda oturup tv izlemek arasinda gecen sure 2 saatten de azdi! Ayni hizi valiz yerlestirmede de gosterebiliyor, ideal "mutlaka yanimda olmasi gerekenler" valizine de her seferinde biraz daha yaklastigimizi hissediyorum. Biraz atarak, biraz alarak, bir kismini geride birakarak, bir kismina kiyamayip evde saklayarak o ideal valize de ulasacagimizi biliyorum. Zira esyaya,kiyafete verdigimiz degerin anlamsizligini her gecen gun daha da iyi farkediyorum. Sakladigimiz, gereksiz anlam yukledigimiz o kadar cok sey var ki!
Sanirim seyahatin ve cok tasinmanin ogrettigi en onemli ders de bu oldu.
Tabii acimasiz ekstra bagaj fiyatlarinin da etkisi yok degil! :)

Hersey bir yana , yeni yerler gormek, bilmedigimiz yerlerde yasamaya alismak, tam alismisken tekrar tasinmak konusunda hala heyecanliyiz. Tek sorun sevdiklerimizden uzakta kalmak. Onu da elimizden geldigince sanal misafirliklerle cozmeye calisiyoruz.

Amerika ile ilgili izlenimlerimiz cok yakinda gezi yazilariyla devam edecek :)


Subat 2002'den beri hep bir arada, hep yanyana , hep asik gecti gunlerimiz. Ve biz her sene ne kadar da cok zaman gectigine , bize sanki dun gibi geldigine sasiriyorduk. Simdi bir de evliligimizin yildonumu eklendi. Ve biz dun yine sasirdik, hayatimizin en guzel gunlerinden birinin ustunden tam 1 yil gectigine. Cunku dun gibiydi o gun yasadiklarimiz. Sabah bir heyecanla uyanip kuafore kosturmalar, butun gun okul cocugu heyecaniyla gezinmeler, dort bir yandan gelen arkadaslarin "biz vardik,aksama gorusuruz' telefonlari, gelinlik,damatlik, ayakkabi altina isim yazmalar. O gune gelene kadar planlanacak binlerce sey varken , bir tek gun icin hazirlik yapmak cok zevkliyken o gun zamanin cok da hizli gecmesi adil degildi sanki. O kadar akraba , o kadar dost bizim icin toplanmisti ve herkes mutluydu. Daha uzun surse de olurdu sanki.
Olsun. Mutlu oldukca hep boyle hizli gececek zaman biliyorum, gecsin.
Ve butun sevdiklerimiz de en az bizim kadar mutlu olsun.

26 Mart 2011 Cumartesi

Broadway , NYC



Mart ayinin son gunleri olmasina ragmen kar yagdigi,yagmasa da ayazi ve ruzgariyla icimizi titrettigi icin ,bu aralar sokaklarda yuruyup havaya direnmek yerine kapali mekanlara siginiyoruz. Buradan ilkbahara sesleniyorum; gel artik!
Haftasonu munasebetiyle New York'da birseyler yapmaya/gormeye niyet ederek birkac hafta once tesadufen gazetede hakkinda yazi gorup kesfettigim bir tiyatro oyununa gitmeye karar verdik. Baska oyunu gormezdi gozumuz zaten, zira ailecek severek izledigimiz oyuncular vardi kadroda.
Oyunun adi "That Championship Season"
Oyuncular da Jason Patric, Kiefer Sutherland,Brian Cox,Jim Gaffigan,Chris Noth idi. Ozellikle Kiefer Sutherland (bizim icin o hala kahraman Jack Bauer) ve Chris Noth'u (yakisikli Mr.Big) sahnede kanli canli izleyecek olmak ayrica heyecan vericiydi.
Oyun konu itibariyle, vakti zamaninda basketbol sampiyonlugu kazanmis bir takimin yildiz 4 uyesi ve koclarinin 20 yil sonra tekrar bulusmalarinda kendileriyle ve birbirleri ile olan hesaplasmalarini anlatiyor. Kadronun tamaminin yuksek oyunculuk becerilerinin de etkisiyle oldukca guzel bir oyun olmus.Geldigimize ,gordugumuze sevindik.
45ser dakikalik 2 bolum sonunda oyun bitti,perde kapandi, tekrar acildi, selam verdiler.Henuz seyirci alkislamaya devam ederken Kiefer Sutherland bir adim one cikarak konusmaya basladi.
Once seyirciye tesekkurlerini sundu , sonra da "abilerim,ablalarim" seklinde devam etti. Meger siddet goren kadinlar,AIDSle savasanlar ve evsizler yararina 1 sise viskiyi acik arttirmayla satacaklarmis! Tabii bu esnada Chris Noth'un da etinden sutunden faydalanildi. Halen korudugu cazibesi sayesinde siseyi en son 1500 dolara satarak hayirli bir is yapmis oldular.Bizim icin de degisik bir tiyatro tecrubesi oldu.
Kitap okuyun/okutun diye yazdigim gun memlekette basilmayan kitap baskinlari vardi, tiyatroyu da ihmal etmeyin demek istiyorum ,oynanmamis oyunlari da engelleyecekleri gunlerin hic gelmemesini dileyerek!
Dunya tiyatrolar gununuz de kutlu olsun!