16 Kasım 2013 Cumartesi

Bir minik mucize


Bloğa geri dönmeyi çok uzun süredir çok istiyorum fakat hayatımızın en muhteşem aylarını geçirdiğimiz bugünlerde elim kolum öyle dolu ki bir türlü fırsat bulup yazamıyorum. Bir minik mucize kollarımda bana bakarken tek elle ne kadar yazılırsa yazmaya çalışacağım. Yazmak istiyorum çünkü bugün, yani 17 Kasım Dünya Prematüre Günü!

Bizim de hikayemiz işte tam burada devreye giriyor. Yazmak ve esin dostun biraz olsun ilgisini çekmek istiyorum bu mini mini aceleci bebelere. Özellikle de ailelerine.

İşte doğum hikayemiz:

Bir pazartesi sabahı "biraz ağrım mı var ne?" diyerek elimizi kolumuzu sallayarak,dönüşte kahvaltıda omlete ne koyacağımızı konuşarak çıktık evden. Meğer o bir önceki gece başlayan hafif ağrı sancıymış,meğer o hissettiğim suyun gelmesiymiş. Hastaneye yatışımla birlikte herşey oldukça hızlı gelişti. Tam bir buçuk gün sonra akşam saatlerinde ,suyun gelmeye devam etmesinin yarattığı enfeksiyon riski bebeğin hareketlerinin de azalmasıyla birleşince suni sancıda karar kılındı. Aslında kendisi de 28 haftada erken doğmuş eşimden ve ailesinin anlattıklarından çok da yabancı değildik erken doğumlara fakat o ana kadar kendisini içeride biraz daha kalması için ikna etmeye çalışmış olmaktan (eylülde gel diye şarkı bile söyledik küçük beye)  olsa gerek ,böyle beklenmedik bir vakitte doğabileceğini hiç aklımdan geçirmemiştim. Ama işte doğum servisine alınıyordum bile.

Son birkaç ayımı hypnobirthing kitapları okuyarak geçirip, pozitif doğum gruplarına katılarak kendimi hayalimdeki "sakin sakin doğum"a hazırlıyordum.O kadar ki hastaneyi gezdiğimizde istediğim o doğum havuzlu mum ışıklı odayı gözüme kestirmiş,doğum başladığında boş olmasını dilemiştim defalarca. Ama işte hayat fazla plan yapmamak gerektiğini bir kez daha gösterdi. Tabii ki bu sakin doğum hayalimde epidural bile yoktu. Suni sancı verildikten çok kısa bir süre sonra doktor gelip epidural ile ilgili bilgi verdiğinde bile hayır demiş,10 dk geçmeden "getirin gelsin" demiştim. O arada kaç dk. geçti bilmiyorum fakat okuduğum kitaplara ne kadar sövdüğümü ebeler çok net hatırlıyorlardır sanırım :)

Bana normal gelişen doğumun benim içinde bulunduğum durumdan elbette farklı olduğunu,suni sancının daha acılı olabileceğini söyleyip durdular. Neyse ki elimde epiduralın düğmesi vardı,bastığım anda sırtımdan bir serinlik geliyor ,bu neşeyle bekliyordum oğlumu. Fakat o da olmadı, hareketler ve oksijen seviyesi azaldığı için artık sezeryane geçme vaktiydi. Bütün bunlar olurken sabahı etmiştik, zaten normal doğum olsa bile bende ne enerji kalmıştı,ne sabır. Zaten bebeğimi riske sokmak da istemediğimden "gidelim" dedim!  Operasyon başlamadan hemen önce yenıdoğan yoğun bakımında o an yer olmadığını, ihtiyaç durumunda bebeği başka bir hastaneye nakletmeleri gerektiğini söylediklerinde ,hayatımda kaç kere korktuğumu zannettiğimi bir daha düşündüm. İlerleyen haftalarda doğum planıma doğar doğmaz göğsüme yatırılmasını,kordonunun hemen kesilmemesini ve mümkün olduğunca kısa sürede emzirmek istediğimi yazacaktım ki şimdi bari başka hastanede olmasın,buradan çıkınca hemen ayağa kalkamam diye endişe ediyordum.

Hayat tam da böyle birşey işte!

Ben bunları düşünürken bir kalabalık takım çalışmaya başlamıştı işte.Bilincin yerindeyken önündeki perdenin ardında karnını yarıyor olmaları çok acaip bir histi.Ama tabi benim aklım fikrim o ağlama sesini duymaktaydı. Anestezistin yaptığı şakalara da dinlemeden gülüyordum. Ve işte o ciliz ağlama sesini duyduğumda bambaşka birşeye dönüştüm ben. Tarifsiz bir mucizeyi henüz sadece duyuyordum.

O kadar hayal etmiştim ki yüzünü,sesini ve o kadar endişe etmiştim ki son 1,5 günde olanlardan, bir an önce kucağıma almak istiyordum. Tabii ki öncesinde kontrol etmeleri gereken şeyler vardı, işte o an başlıyor prematüre bebeğin annesinin çok uzun zaman sürecek sabır testi. Neyse ki eşim oradaydı, en azından birimizin onun yanında olabilmesiyle avundum. Sonra babasının kucağında geldi güzel oğlum , birkaç saniye görüp bir kere öptüğümü hatırlıyorum. Çünkü beslenmesi için burnundan midesine gidecek tüpü takacaklardı. İlk 12 gün oğlumuzu o tüple gördük hep.
Çok şükür ki, kilosu haftasına göre iyi,akciğerleri kuvezde kalmasına gerek olmayacak kadar gelişmişti. Güçlü durdu,yanımdan hiç ayrılmadı minik mucizem. 12 gün hastanede önce vücut ısısını ve kan şekerini düzenlemekle uğraştık, sonra da anne sütüyle beslemeye çalıştık. Bu arada sarılık olduğundan 2 kez fototerapide kalması gerekti. O kadar kısa sürede bile günlerce bebeklerini kuvezde yatarken izleyen arkadaşlarımı daha iyi anladım. Özellikle ilk haftalarda sürekli göğsümde uyuttum ve hala minik oğlumu iyileştirenin bu olduğuna inanıyorum.

Skin-to-skin her bebek için ama özellikle prematüre bebeklerin bakımında çok önemli bir yer tutuyor. Hem bebeğin vücut ısısını,kalp atışını düzenlemeye,hem de annenin sütüne faydası büyük.

İlk günden beri sarılıp uyumayı çok sevdik hep,hala da çoğu günler yapıyoruz.

Bugün de kendisi de prematüre olan sevgilime ve minik mucize oğluma sarılarak dünyada bütün aceleci bebeklerin sağlıklı olmalarını diledik.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder